Salih DOYGUN
Salih Doygun
tarih:
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Elif, Ayşe ve Ahmet babaları Selim Bey’in çatı katındaki laboratuvarına koşarak girdiler. Babaları onları uyardı:
“Çocuklar
lütfen yavaş olun, çok önemli bir şey üzerinde çalışıyorum.” Üç kardeş meraklı
bakışlarla birbirlerine baktılar ve sordular:
“ Ne
yapıyorsun babacığım?” Babaları zaman makinesi tasarladığını söyledi ve ekledi:
“Lütfen
dikkatli olun ve sakın kurcalamayın çünkü daha makineyi test etmedim.”
Çocuklar
babalarının sözünü dinlemediler. Çünkü çok merak ediyorlardı. Babalarına
“Makineyi biz test edebilir miyiz?” dediler. Babaları “Bu sizin için güvenli
değil!” dedi. Çocuklar çok merak ediyordu, akşam anne ve babaları uyuyunca gizlice
makinenin içine girdiler.
İki kız kardeş
makineyi kurcalarken, Ahmet çok sevdiği ‘Sultan Mehmet’ kitabını okumaya başladı.
Zaman makinesinin içinde ışıklar yandı birden. Ekranda ‘Fatih Sultan Mehmed’
yazdı. Makine sarsılmaya başladı ve aniden hiç kimseyi göremez oldular. Makine
havaya fırladı ve birazcık havada dolaştıktan sonra yok oldu. Aniden zaman
makinesi Sultan Mehmed’in zamanına ışınlanmıştı. Gözlerini açtıklarında
kendilerini boş bir çadırın içinde buldular.
Dışarıdan
tekbir sesleri geliyordu. Kafalarını çadırdan dışarı uzatıp etrafı izlemeye
başladılar. Elif çok şaşırdı, askerlerin önünde devasa bir sur vardı. Yani çok
büyük bir duvar. Elif gözlerine inanamadı. Öğretmenlerinden bu surların İstanbul’u
çevrelediğini öğrenmişlerdi. Çocuklar o günkü tarih dersini dikkatlice
dinledikleri için çok mutlu oldular. Binlerce asker surların önündeydi. Öğretmenleri
onlara bu surların Bizans suru ve askerlerin başındaki kişinin de Fatih Sultan
Mehmed olduğunu da öğretmişti. Kendilerini tarih kitabının içine düşmüş gibi
hissettiler.
Çadır boş
sandıklarla ve kılıçlarla doluydu. Osmanlı’nın mühimmat çadırıydı burası. Çocuklar
merakla etrafı incelerken o sırada bir yeniçeri geldi. Çadırdan birkaç mühimmat
almış çıkıyorken çocukları fark etti. Onları görünce onlara orduda iş vermek
istedi. Çocuklar bu sırada fark ettiler ki kıyafetleri de değişmişti.
Yeniçeri:
“Sizler ordunun mühimmat taşıyan askerleri olmalısınız.” dedi. Onlara ilerideki
tüfek sandıklarını gösterdi. “Bunları buraya taşıyın!” dedi.
Taşırken
hala hayranlıkla Osmanlı Ordusu’nu izliyorlardı. Bu sırada bir asker daha
geldi. Onlara selam verdi. Az önce kendilerine görev veren yeniçerinin,
kendisine gelip onlardan bahsettiğini söyledi.
“Adım
Ulubatlı Hasan.” dedi. “Böyle küçük
çocukların bile canla başla çalıştığı bir savaşta bize durmak yakışmaz!” dedi
ve surlara koşmaya başladı.
O sırada
bir top patladı. Çıkan büyük gürültüden, yine kendi zamanlarında adını
kitaplardan duydukları ‘Şahi’ denilen topu tanıdılar. Bu, tasarımını Sultan
Mehmed’in yaptığı çok büyük ve çok güçlü bir toptu. Asker yeniden çarpışmaya
başlamıştı.
Aradan
birkaç gün geçti. Kuşatma devam ediyordu. O akşam meclis toplandı. Sultan
Mehmed:
“Vezirlerim,
Paşalarım, Beylerim, Hocalarım! Sizler benim gaza yoldaşlarımsınız.” dedi.
Hepsine söz hakkı verdi. En son sözü Akşemseddin aldı. O, padişaha:
“Cuma
namazından önce hücum emri veriniz. Allah’ın izniyle Osmanlı Ordusu Cuma
namazını İstanbul’da kılacaktır.” dedi.
Bir akşam
dışarıdan tekbir sesleri duyuldu. Askerler gemileri çekiyordu. Gemiler
birbirlerine bağlanmıştı. Birinci gemi tepeden kayarken ikinci gemi ona bağlı
olan halatlarla önündeki geminin gücü ile ilerliyordu. O sabah surlara binlerce
merdiven dayandı. Yeniçeriler surlara çıkıyor ama oklanarak düşüyorlardı.
Sultan Mehmed Han bağırıyordu:
“Bugün
zafer günüdür!”
Nihayet
Ulubatlı Hasan adında bir yiğit surlara sancağı dikti. Onlarca ok batmıştı
üstüne ama yine de sancağı dikti ve fetih düşüncesiyle sancağı dikmiş bir
şekilde yığıldı surların üstüne. Fetih gerçekleşmişti. Çocuklar Ulubatlı
Hasan’ı görünce hem sevindiler hem de üzüldüler. Şehit olsa bile ona nasip
olmuştu Osmanlı sancağını dikmek.
Akşemseddin’in
sözleri gerçek olmuştu. Sultan Mehmed ve askerleri Ayasofya’da Cuma namazını
kıldılar. Elif, Ayşe ve Ahmet de cemaatin içinde yerlerini almıştı. Çocuklar;
bir fetihe tanık oldukları için heyecanlanmış, devletlerinin büyümesine sevinmiş
ve binlerce askerden birkaçı şehid olduğu için üzülmüşlerdi.
O sırada
en ön safta kendilerine görev veren yeniçeriyi gördüler. Namaz bitince yeniçeri
onların yanına geldi. Yanında Sultan Mehmed Han vardı. Yeniçeri:
“Sultanım
bu küçük çocukların da zaferimizde payı vardır. Mühimmatları onlar taşıdı.”
dedi.
Sultan
Mehmed onların bu davranışına çok sevindi. Onların saçlarını okşadı ve onlara
birazcık öğüt verip, tebrik ettikten sonra dinlenmeleri için mühimmat çadırının
yanındaki minicik çadırları onlara verdi.
Bir saat dinlendikten sonra artık dönüş vaktiydi. Biraz ötede çalıların altında yere düşmüş bir şekilde duruyordu zaman makineleri. İçine bindiler ve yola çıktılar. Eve döndüklerinde hala geceydi. Yataklarına çekildiler. Bundan sonra her akşam makineyi kurcalamanın hayallerini kurarak uykuya daldılar.
Ne hoş bir hikaye. Acaba yeni maceraları neresi olacak?:)
YanıtlaSil