Okumadan Geçmeyin

Uzayın ve Dünyanın Gizemleri - 1

ZAMAN YOLCULARI

Loading

          Elif, Ayşe ve Ahmet babaları Selim Bey’in çatı katındaki laboratuvarına koşarak girdiler. Babaları onları uyardı:

“Çocuklar lütfen yavaş olun, çok önemli bir şey üzerinde çalışıyorum.” Üç kardeş meraklı bakışlarla birbirlerine baktılar ve sordular:

“ Ne yapıyorsun babacığım?” Babaları zaman makinesi tasarladığını söyledi ve ekledi:

“Lütfen dikkatli olun ve sakın kurcalamayın çünkü daha makineyi test etmedim.”

Çocuklar babalarının sözünü dinlemediler. Çünkü çok merak ediyorlardı. Babalarına “Makineyi biz test edebilir miyiz?” dediler. Babaları “Bu sizin için güvenli değil!” dedi. Çocuklar çok merak ediyordu, akşam anne ve babaları uyuyunca gizlice makinenin içine girdiler.

İki kız kardeş makineyi kurcalarken, Ahmet çok sevdiği ‘Sultan Mehmet’ kitabını okumaya başladı. Zaman makinesinin içinde ışıklar yandı birden. Ekranda ‘Fatih Sultan Mehmed’ yazdı. Makine sarsılmaya başladı ve aniden hiç kimseyi göremez oldular. Makine havaya fırladı ve birazcık havada dolaştıktan sonra yok oldu. Aniden zaman makinesi Sultan Mehmed’in zamanına ışınlanmıştı. Gözlerini açtıklarında kendilerini boş bir çadırın içinde buldular.

Dışarıdan tekbir sesleri geliyordu. Kafalarını çadırdan dışarı uzatıp etrafı izlemeye başladılar. Elif çok şaşırdı, askerlerin önünde devasa bir sur vardı. Yani çok büyük bir duvar. Elif gözlerine inanamadı. Öğretmenlerinden bu surların İstanbul’u çevrelediğini öğrenmişlerdi. Çocuklar o günkü tarih dersini dikkatlice dinledikleri için çok mutlu oldular. Binlerce asker surların önündeydi. Öğretmenleri onlara bu surların Bizans suru ve askerlerin başındaki kişinin de Fatih Sultan Mehmed olduğunu da öğretmişti. Kendilerini tarih kitabının içine düşmüş gibi hissettiler.

Çadır boş sandıklarla ve kılıçlarla doluydu. Osmanlı’nın mühimmat çadırıydı burası. Çocuklar merakla etrafı incelerken o sırada bir yeniçeri geldi. Çadırdan birkaç mühimmat almış çıkıyorken çocukları fark etti. Onları görünce onlara orduda iş vermek istedi. Çocuklar bu sırada fark ettiler ki kıyafetleri de değişmişti.

Yeniçeri: “Sizler ordunun mühimmat taşıyan askerleri olmalısınız.” dedi. Onlara ilerideki tüfek sandıklarını gösterdi. “Bunları buraya taşıyın!” dedi.

Taşırken hala hayranlıkla Osmanlı Ordusu’nu izliyorlardı. Bu sırada bir asker daha geldi. Onlara selam verdi. Az önce kendilerine görev veren yeniçerinin, kendisine gelip onlardan bahsettiğini söyledi.

“Adım Ulubatlı Hasan.” dedi.  “Böyle küçük çocukların bile canla başla çalıştığı bir savaşta bize durmak yakışmaz!” dedi ve surlara koşmaya başladı.

O sırada bir top patladı. Çıkan büyük gürültüden, yine kendi zamanlarında adını kitaplardan duydukları ‘Şahi’ denilen topu tanıdılar. Bu, tasarımını Sultan Mehmed’in yaptığı çok büyük ve çok güçlü bir toptu. Asker yeniden çarpışmaya başlamıştı.

Aradan birkaç gün geçti. Kuşatma devam ediyordu. O akşam meclis toplandı. Sultan Mehmed:

“Vezirlerim, Paşalarım, Beylerim, Hocalarım! Sizler benim gaza yoldaşlarımsınız.” dedi. Hepsine söz hakkı verdi. En son sözü Akşemseddin aldı. O, padişaha:

“Cuma namazından önce hücum emri veriniz. Allah’ın izniyle Osmanlı Ordusu Cuma namazını İstanbul’da kılacaktır.” dedi.

Bir akşam dışarıdan tekbir sesleri duyuldu. Askerler gemileri çekiyordu. Gemiler birbirlerine bağlanmıştı. Birinci gemi tepeden kayarken ikinci gemi ona bağlı olan halatlarla önündeki geminin gücü ile ilerliyordu. O sabah surlara binlerce merdiven dayandı. Yeniçeriler surlara çıkıyor ama oklanarak düşüyorlardı. Sultan Mehmed Han bağırıyordu:

“Bugün zafer günüdür!”

Nihayet Ulubatlı Hasan adında bir yiğit surlara sancağı dikti. Onlarca ok batmıştı üstüne ama yine de sancağı dikti ve fetih düşüncesiyle sancağı dikmiş bir şekilde yığıldı surların üstüne. Fetih gerçekleşmişti. Çocuklar Ulubatlı Hasan’ı görünce hem sevindiler hem de üzüldüler. Şehit olsa bile ona nasip olmuştu Osmanlı sancağını dikmek.

Akşemseddin’in sözleri gerçek olmuştu. Sultan Mehmed ve askerleri Ayasofya’da Cuma namazını kıldılar. Elif, Ayşe ve Ahmet de cemaatin içinde yerlerini almıştı. Çocuklar; bir fetihe tanık oldukları için heyecanlanmış, devletlerinin büyümesine sevinmiş ve binlerce askerden birkaçı şehid olduğu için üzülmüşlerdi.

O sırada en ön safta kendilerine görev veren yeniçeriyi gördüler. Namaz bitince yeniçeri onların yanına geldi. Yanında Sultan Mehmed Han vardı. Yeniçeri:

“Sultanım bu küçük çocukların da zaferimizde payı vardır. Mühimmatları onlar taşıdı.” dedi.

Sultan Mehmed onların bu davranışına çok sevindi. Onların saçlarını okşadı ve onlara birazcık öğüt verip, tebrik ettikten sonra dinlenmeleri için mühimmat çadırının yanındaki minicik çadırları onlara verdi.

Bir saat dinlendikten sonra artık dönüş vaktiydi. Biraz ötede çalıların altında yere düşmüş bir şekilde duruyordu zaman makineleri. İçine bindiler ve yola çıktılar. Eve döndüklerinde hala geceydi. Yataklarına çekildiler. Bundan sonra her akşam makineyi kurcalamanın hayallerini kurarak uykuya daldılar. 

Yorumlar

Yorum Gönder